Bazı ülkelerde tıbbi yanlış uygulamalarla ilgili davalar artmaktadır ve ülke tabip birlikleri bu sorunu tartışmaktadır. Bir grup ülkede ise bu konu henüz gündemde değildir, ancak o ülkelerin tabip birlikleri de dikkatli olmalıdırlar.Bu bildirgede DTB; tabip birliklerini tıbbi yanlışlıklar ve yasal başvurular konusunda bilgilendirmek istemektedir. Her ülkenin yasaları ve hukuk sistemi, sosyal gelenekler ve ekonomik durumu elbette aşağıda belirlenenleri etkileyebilecektir. Yine de, DTB, bildirisinin tüm tabip birliklerini ilgilendireceğine inanmaktadır. 1. Tıbbi yanlış uygulama davaları aşağıdaki bir ya da birden çok gerekçe nedeniyle artmıştır: a) Tıbbi bilginin artması, tıbbi teknolojinin gelişmesi, hekimleri geçmişte yapamadıkları bazı işlemleri yapmaya itmektedir, bu ilerlemeler, çoğunlukla ağır riskleri de içerir. b) Hekimler üzerinde, tıbbi hizmetlerin artan maliyeti ile ilgili baskı vardır. c) Elde edilebilir, var olan sağlık hizmetine ulaşma hakkı, garanti edilemeyen sağlıklı olma ve kalma hakkı ile karıştırılmaktadır. d) Medya; hekimlerin yeteneği, bilgisi, davranışı ve hastaya yaklaşımını sorgulayan olumsuz tutumu ile hastaları hekimlere karşı dava açmaya teşvik etmektedir. e) Artan davalar karşısında defansif (korumacı-çekinik tıp) uygulamasının dolaylı olmayan sonuçları dava konusu olmaktadır. 2.Tıbbi yanlış uygulama ile tıbbi bakım ve tedavi sırasında görülen ve hekimin hatası olmayan durumlar ayrılmalıdır. a) Tıbbi yanlış uygulama (malpractice); doktorun tedavi sırasında standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavi vermemesi ile oluşan “zarardır”. b) Tıbbi uygulama sırasında; önceden öngörülemeyen bilgi ya da beceri noksanlığı sonucu oluşan ise ; istenmeyen sonuçtur ve bunda hekimin sorumluluğu yoktur. 3.Ulusal yasalarda tıbbi zarar görmüş hastaların zararının karşılanabilmesi için herhangi bir engel olmamalıdır. a)İstenmeyen sonuç hekim hatasına bağlı değilse, toplum hastanın zararının karşılanıp karşılanmayacağına ve eğer karşılanacakta hangi kaynağın kullanılacağına karar vermelidir. Ülkenin ekonomik koşulları bu durumdaki hastalar için dayanışma fonları olup olmamasını belirleyecektir. b)Her ülkenin yasaları tıbbi hataların zararlarının ödenmesi için yöntemleri ve zarar kanıtlandığında ödenmesi gereken miktarları belirlemelidir. 4.Ulusal Tabip Birlikleri; hem hastalar hem de hekimler için adil ve hakça bir ortam yaratmak için aşağıdaki faaliyetleri yapmalıdırlar: a) Yeni teknolojinin içerdiği riskler konusunda halkı aydınlatmak, bu tür tedavi ve cerrahilerde hastanın bilgilendirilmiş onamını almak üzere hekimlere eğitim, b) Tıptaki sorunları ortaya çıkarmak ve sağlık hizmetlerinde kaynak yetersizliği konusunda propaganda yapmak, kamuoyu oluşturmak. c) Okullarda ve sosyal ortamlarda genel sağlık eğitimi programlarını yüreklendirmek, d) Tüm hekimler için, klinik eğitim deneyimi de dahil tıp eğitiminin seviye ve niteliğini yükseltmek, e) Hekimler için tıbbi hizmetlerin niteliğini artıracak programlar tasarlamak ve katılmak, f) Bilgi ve becerisi yetersiz olan hekimler için uygun politikalar geliştirmek ve yetersizlik giderilene dek bu kişilerin tıp uygulamaları yapmalarının engellenmesini sağlamak. Halkı ve hükümetleri; savunmacı tıp uygulamasının çeşitli yönleri konusunda uyarmak(doktorların riskli girişimlerde bulunmama, hastaya el atmaması) g) Halkı; tıbbi uygulamalar sırasında önceden tespit edilemeyen durumlar olabileceği ve bunların kötü uygulama olmadığı konusunda uyarmak. h) Kötü uygulama dışında oluşmuş tıbbi hatalar konusunda hekimlere sahip çıkmak, i) Tıbbi kötü uygulamalar için yasa ve yöntem geliştirmeye katılmak j) Avukatların bu konuda uygun olmayan istekler ve davalar için propaganda yapmalarına karşı aktif tutum almak. k) Kötü uygulama başvurularının mahkemelere gidilmeden çözülmesi için yaratıcı yöntemler bulmak. l) Hekimleri bu amaçla sigorta yaptırmaya teşvik etmek, eğer hekim bir kurumda çalışıyorsa işverenin bunu ödemesini sağlamak. m) Kötü uygulama olmaksızın bir zarar görmüş hastaların zararlarının ödenmesi için yapılan işlemlerde karar vermeyi kolaylaştırıcı danışmanlık yapmak. Genel Değerlendirme:
DÜNYA TABİPLER BİRLİĞİ'NİN TIPTA YANLIŞ
UYGULAMA KONULU BİLDİRGESİ (MALPRACTICE BİLDİRGESİ- 1992)
(Bu Bildirge 44. Dünya Tabipler Birliği genel kurulunda kabul edilmiştir.)
DTB'nin bildirgesinin 1. Maddesinde belirtilen saptamalara, bizim ülke özgülümüzle ilgili olarak şunları da eklemek gereklidir:
MALPRAKTİS YASASININ GENEL DEĞERLEDİRİLMESİ
Giderek “özelleşen” ülkemizdeki sağlık hizmetleri ortaya çıkan nedenlerden (DTB bildirgesinde yer alan) dolayı daha çok sayıda “sağlık hizmeti mağdurları” yaratmaya başladığını söyleyebiliriz. Bu mağdurlar kuşkusuz öncelikle hastalar ve hasta yakınlarıdır. Ama giderek hekimler ve onların yakınları da bu süreçten mağdur olmaya başlamıştır. Bu mağduriyetlere karşı bulunan çözümlerden birisi olarak, “mesleki mesuliyet sigortası” gösterilmektedir. Aslında bu her zaman yaptığımız “kestirmeci” bir yaklaşım ve “çözüm olmayan bir çözüm”dür. Bu yazı söz konusu tartışmaya özellikle “hizmet alan cephesinden” ve temel bir hak olan sağlık hakkının gerekleriyle, hasta hakları açısından katkı yapmak üzere yazılmıştır.
Arkada yatan nedenler ve baskılar
Bu uygulamanın temelinde iki farklı kesimden kaynaklanan bir “zorlama” vardır. Giderek uluslararası ölçekte hizmet veren, dahası uluslararası sigorta sistemlerinin mensuplarının tanı ve tedavi hizmetlerini yapmaya soyunan özel sağlık sektörü, bu sigorta şirketlerinden hak ettikleri hizmet bedellerini alabilmek için bu “koşulu” yerine getirmek zorunda bırakılmaktadır. Bu koşulu dayatan uluslararası (aslında Amerika kökenli) bir akreditasyon kuruluşudur. Söz konusu kuruluş kendi kontrolünden geçirerek akredite edeceği sağlık kuruluşlarında çalışan hekimlerin mesleki sorumluluk sigortası yapmalarını şart koşmaktadır. Bu özel sağlık kuruluşları söz konusu akreditasyonu tamamlamadığı sürece, uluslararası sigorta ve sağlık finans kuruluşlarının
desteğini alamamaktadır. Dolayısıyla mesleki sorumluluk sigortası konusunda ilk baskı uluslararası sigorta şirketleri aracılığıyla söz konusu akreditasyon kuruluşundan gelmektedir.
İkinci baskı bu alanda finansmanı sağlayacak olan yerli sigorta şirketlerinden gelmektedir. Söz konusu rakam büyük olmasa da büyük bir kesimden gelecek olan düzenli ödemelerin olacağı varsayımı, varılacak meblağın büyük olacağı yolunda bir kestirime neden olmaktadır. Aslında giderek düzen enflasyon ortamında sigorta ve diğer finans sistemlerine sıcak para girişinin kesilmesi bu tür yolları gündeme getirmektedir. Bunun bir benzerini giderek düzen faiz oranlarıyla banka kartları üzerinden uzun vadeli taksitlerle düzenli fazi geliriyle şişirilmiş borç ödemeleri şeklinde bir başka finans kuruluşu olan bankacılık alanında gözlenmektedir. Bu da bir anlamda yeni bir “kaynak bulma” arayışının yarattığı baskıdır.
Bu iki farklı kesimin baskısı ile hekimlerin hataları çeşitli yollarla özellikle de “medya desteği” ile daha yoğun ve ağır biçimde kamuoyunun gündemine taşınmaktadır. Doğrudan doğruya “kâr”ı hedefleyen bu baskı da dolaylı olsa bile özellikle sağlık sektörü üzerinde önemli bir baskıdır. Daha şimdiden gönüllülük temelinde olmasına karşın “mesleki mesuliyet sigortası”yapan sigorta şirketi sayısı “on”lara yaklaşmıştır.
Yukarıda yer alan DTB bildirgesinde “mesleki mesuliyet sigortası” konusu bildirgenin sonlarında, biraz da uygulaması “isteğe bağlı” bir düzenleme olarak belirtilirken, onun daha üzerindeki maddelerde yer alan (ki burada söz konusu sigorta primlerinin işverence ödenmesi de önerilmektedir, bu çok önemli bir nokta olup sonra değinilecektir) ve aslında bu konudaki sorunların çözümü için “mutlak” yerine getirilmesi gereken hükümlere ilişkin herhangi bir çaba gözlenmemektedir.
Ülkemizde Türk Tabipleri Birliği yasası başta olmak üzere, hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının mesleki eğitimleri ve uygulamalarını düzenleyen ve denetleyen yasalardaki eksiklikler ve değişiklik istemleri henüz yerinde dururken, hasta hakları konusu uygulamada yenilik getirmeyen bir yönetmelik ile geçiştirilirken ve sağlık hizmetinin sunuluşuna ilişkin çoğu düzenleme eksikliklerinden kaynaklanan sorunlar yaşanırken, hizmet sırasında yaşanan hak ihlallerinin ve ortaya çıkan sorunların yasal olarak takibi ve gereğinin yapılması süreçlerinde mağdurları bir kez daha mağdur eden durumlar söz konusuyken, bu hak ihlâllerinin çok küçük bir bölümünü içeren “tıbbi eksik-yanlış uygulama” konusunun, “tazminat” boyutuyla ilgili düzenlemelerin bile değil de, söz konusu tazminatın nasıl ve hangi kaynaktan ödeneceğine ilişkin düzenlemelerle belirlenmesine çalışmak, her şeyden önce yaşanan sorunları “göz ardı etmek”, ya da “hafife almak”, dahası bu süreçten de “sinekten yağ çıkarma mantığı ile nasıl kâr ederim” mantığıyla işe yaklaşmak anlamına geldiği gözden kaçırılmamalıdır.
Tüm bu nedenlerden dolayıdır ki “mesleki mesuliyet sigortası” konusunun ardındaki gerçek nedenleri iyi bulup çözümlemek gerekir.
Mesleki kötü (yanlış) uygulama konusunu irdeleyecek olursak şu unsurları da ortaya koymamız gerekir. Bu süreçteki olumsuzlukların ancak küçük bir bölümü doğrudan hekimin kusur ve kabahatlerinden kaynaklanmaktadır. Asıl sorun yaratan durum hizmetin düzenleniş biçimi, organizasyondaki, kontrol ve denetim
sistemlerindeki eksiklikler ve tüm bunları doğuran etkin bir şekilde yönetmemekten kaynaklanmaktadır. Bu “yönetim eksikliği” bu hataların olduğu tüm süreçlere ister istemez etki etmektedir. Ancak bu noktada da söz konusu zaafa “ses çıkartmama” noktasında hizmeti verenlerin sorumluluğunun olduğuna da işaret edilmelidir.
Tıbbi Kötü Uygulama (Malpractis) nedir, nasıl oluşur?
Başta da belirttiğimiz gibi; söz konusu süreçlerden yalnız hizmet alan hastalar değil, onların yakınları çevresi, dolaylı olarak ilişkide bulundukları kesimler ve son olarak hizmeti verenler de etkilenmektedir. Malpraktis” (tıbbı kötü-yanlış uygulama) tanımı mevcut uygulamalarda yetersiz biçimde ele alınmaktadır. Malpraktis yalnızca bir girişimin, bir tedavinin ya da uygulamanın(fiil'in) yanlış, eksik yapılması demek değildir. Aynı zamanda yapılması gerektiği halde yapılmayan bir işlem de bir mağduriyet doğurabilir.
Hekimler “hastalık yok hasta var” diyerek her kişinin ve durumun özgünlüğünü ve özgüllüğünü vurgularlar. Sağlık hizmetleriyle ilgili eksik, yanlış ve hatalar ne kadar somut olursa olsun, o durumdan ve o anda sürece katkıda bulunan kişilerden kaynaklanan özgünlükler ve özgüllüklerle örülü bir süreç olduğu bu
nedenle göz ardı edilmemelidir. Modeller, şablonlar, kesinleşmiş her yerde ve her durumda geçerli kurallar sağlık hizmeti sırasında her zaman söz konusu değildir. Benzer biçimde değerlendirmeler de bazen oldukça öznel olabilmektedir.
Bildirgenin 2. maddesinde yer alan “b)Tıbbi uygulama sırasında; öngörülemeyen bilgi ya da beceri noksanlığı sonucu oluşan ise; istenmeyen sonuçtur ve bunda hekimin sorumluluğu yoktur.” şeklindeki ibareyi de doğru kavramak gerekir. “Öngörülmeyen” nitelemesi, burada iki farklı anlam içermektedir. İlk anlamında bilinmediği
için “öngörülemeyen” durumlar kastedilmiş olabilir. “Bilinmeme” durumu da iki farklı biçimde gündeme gelebilir: İlki henüz bu bilgiyi tıp biliminin ortaya koymamış olmasıdır ki bu durumda gerçekten uygulamayı yapanın bir sorumluluğu söz konusu olamaz. Ama bilgi mevcut, ancak uygulamayı yapan bundan yoksun, ya da haberdar değilse o zaman “öngörememe” edimi bir kusur ve eksikliğe dayandığı için sorumluluk doğuran bir durumdur.
Sözcüğün ikinci anlamı “olası olmama” durumunu işaret edebilir. Bu durumda uygulamayı yapanın dışındaki etmenler rol oynayabilir ya da olasılık hesabında dikkate alınmamış olan bir durum söz konusudur. Bu durumda da uygulamayı yapanın deneyimi ve işlemi yaparken duruma hakimiyetine göre bir sorumluluk ya
da kusur doğabilir. Tüm bunların dışında gerçekten “komplikasyon” dediğimiz durumlar için de, komplikasyona “müdahale” edebilme gücü bakımından yeni bir sorumluluk belirlemesinde bulunulabileceği unutulmamalıdır.
Malpraktis konusunda söz konusu olan bir diğer unsur “beceri eksikliği”dir. Buna ilişkin tanımlamalarda “standart uygulama”ya atıf yapılmaktadır. Tıpta “kabul edilmiş” diye nitelenen standartların nasıl ve kimin tarafından belirleneceği, ne süreyle geçerli olacağı hemen daima sorunlu bir konudur. Bunu hukuksal süreçlerin tayin edebileceğini ummak hukukun durağanlığı nedeniyle kabul edilebilir bir durum değildir. Dolayısıyla bu nitelemeler çoğu özgül durumda pratik bir geçerliliğe sahip olamamaktadır.
Malpraktis uygulamalarının önemli bir bölümü de deneyim eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Kötü uygulamaya neden olanların, bunlara sahip olup olmadığının belgelenmesi noktasında, hem eğitim süreçlerini, hem de bu eğitim süreçlerinde bu unsurların yer alıp almadığını belgeleyen eğitim ve uygulamanın standartlarına ilişkin belgelendirmeler de çoğu durumda söz konusu değildir. Bu koşulda da sorumluluğun belirlenmesinde sorunlar olacaktır.
Malpraktis konusu sıklıkla bedene yönelik özellikle de cerrahi girişim şeklindeki fiillerde gündeme getirilmektedir. Oysa sağlık hizmeti yalnız tanı ve tedavi aşamalarından ibaret değildir. Sağlık hizmetinin tüm aşamalarında tıbbi kötü-yanlış uygulamalar yani malpraktis söz konusu olabilir.
Bu nedenle sağlığı koruyucu ve geliştirici sağlık hizmetleri ve bu konularda yapılan veya yapılmayan tüm uygulamalarla, rehabilitasyon hatta sadece izleme yapılan ve hastanın ölümüne kadar olan süreç ve bu süreçlerdeki uygulamalar da en az tanı, tedavi süreçleri kadar sağlık hizmetleriyle ilgili “kötü-yanlış uygulama” kapsamı alanında ve bir bütün olarak ele alınmalıdır.Oysa sigorta şirketleri bu konularla ilgilenmeyecek, ilgilenseler de kesin kanıtlar olmadığı, sorumlusu belirsiz olduğu için oluşan mağduriyetin tazmini konusunda herhangi bir çaba göstermeyeceklerdir.
Benzer biçimde tıbbi süreçlerle ilgili olarak hasta ve yakınlarına bilgi vermedeki eksiklikler, aydınlatılmış onam alınırken yapılması gereken aydınlatmadaki yetersizlikler de olumsuz sonuçlara dolayısıyla “malpraktis” sayılacak durumlara yol açabilir.
Bu durumlarda sorumlu hizmeti alan kişinin kendisi gibi görülse de aslında bu da doğru değildir. Bilgilendirme görevi mevcut hukuk sisteminde sağlık çalışanına verilen bir sorumluluk ve yükümlülüktür. Bu konuda ortaya çıkacak itilaflarda da kanıtlama yükümlülüğü hekime verilmiştir. Somut uygulamada bunun yapılmadığı bilinmektedir. Aslında tam anlamıyla bir bilgilendirmenin yapılması olanağı da hemen hiç bir zaman yoktur.
Bu olumsuzluğu kötü uygulama ve tazminat üzerinden çözümlemeye kalktığımızda, mevcut uygulamada bu anlamdaki hataların sonucu söz konusu edilecek olan dava ve tazminat talepleri en başta söz konusu sigorta şirketlerini iflas ettirecek boyutta olabilir. Bunun olmaması da hekimlerin ve benzer işlemlerde bulunduğu için mesleki mesuliyet sigortası yaptırmaya niyetlenen sağlık personelinin, ABD'de olduğu gibi çok büyük sigorta primleri ödemelerine, dahası bu olumsuzluğun yaracağı “çekinik tıp” uygulamaları da yine hizmet alan insanların mağduriyetine yol açacaktır.
Diğer yandan hastalarla ilgili tıbbi bilgilerin bazen eğitim-araştırma veya istatistik amaçlı olarak hekim ya da sağlık kuruluşu tarafından kullanımı söz konusudur. Bu tür kullanımların tümü hasta bakı ından bir mağduriyet
doğurabilir, ya da böyle olduğu yolunda iddialara neden olabilir.
Buna ilişkin olarak hasta ve yakınlarının tazmin haklarını kabul etmek bir hakkın gereği sayılsa da işin ucunda para olması nedeniyle “şansını deneme” biçiminde gereksiz başvurulara, hasta-hekim ilişkisinin bozulmasına, sonuçta bundan etkilenen hekimlerin, hasta ve yakınlarına yönelik güvensizlik ve hizmetten kaçma gibi tutum ve davranışlara yol açabilecektir.
Haklı olunan durumlarda da sigorta şirketlerinin bu tür tazminat başvurularında, alışılmış ve belirlenmiş ölçütler olmadığı için tazminat miktarlarını tesbit edemeyecek, dolayısıyla da bu tür başvuruları kabul etmeyeceklerdir.