Günümüzde hastahane ve hekimlere sindirim sistemi rahatsızlıkları ile başvuran hastaların bir çoğu karın boşluğunun üst ve orta kısmında yanma ile karında şişkinlik yakınmaları ile doktora başvururlar. Bazı hastalar geceleri uykudan ağza mide kapsamı ya da acı su gelmesi ile uyandıklarını söylerler. Hastaların çoğunda yakınmaların yenilen yiyeceklerin çeşidi ile ilgisi yoktur, yani ne yerlerse yesinler şikayetleri devam etmektedir, az bir kısmı ise çiğ sebze ve meyve gibi yiyecekler aldıklarında şikayetlerinin arttığını söylerler. Bu hastaların büyük bir kısmı başvurdukları hekimlerden benzer reçeteleri ve aynı diyet önerilerini alırlar. Hastalara sıklıkla mide asit salgısını azaltan ve mide asidini etkisiz hale getiren ilaçlar ile pişmemiş ve baharatlı gıdalardan uzak durmaları önerilir.
Hastalar ilaç kullandıkları ve diyet önerilerine uydukları dönemlerde yakınmaları azalır veya geçer. İlaç tedavisini ve diyet uygulamalarını sonlandırmalarını takiben birkaç gün içerisinde yakınmaları tekrar başlar. Bu durum nedeni ile birkaç kez doktora başvuran hastalarda sonraki dönemlerde görülen ortak davranış şekli artık doktora gitmeden kendilerine daha önce verilen ilaçları sürekli yazdırarak kullanmak ve diyet yapmak olarak görülmektedir.
Gelişmiş ülkelerde benzer şekilde yakınmaları olan hastalara öncelikle gastroskopi uygulanmaktadır. Çünkü gastroskopi dışında yapılacak hiçbir tetkik ultrasonografi, kan tahlilleri, v.b mide ve üst sindirim sistemihakkında yeterli bilgi vermez. Gastroskopi ile yemek borusu ve mide içeriden net olarak görülmekte, hastalık doğru olarak tespit edilmektedir. Ülkemizde ise gastroskopi sıklıkla ikinci basamak tetkik olarak kabul edilmekte, rutin uygulamalarda kullanılmamakta, bunun yerine hastalara bir yığın gereksiz tetkik yaptırılmakta, ancak kanser şüphesi olan hastalara önerilmektedir. Bunun nedenleri öncelikle ekonomiktir. Bir çok kamu hastanesinde ya cihaz yoktur, pahalı olduğu için alınmamıştır, ya da var olan tek cihaz ihtiyacı karşılamamaktadır. Özel sağlık kurumlarında ise gastroskopi için alınan fark ücretleri hastalar açısından caydırıcı olmaktadır. Bir diğer neden gastroskopi yapacak eğitimli eleman azlığı veya yokluğudur. Üçüncü neden ise daha önce edindikleri yanlış bilgiler nedeni ile hastaların kendilerinin gastroskopiden kaçınmalarıdır. Hangi neden ile gerçekleşir ise gerçekleşsin, yukarda sözü geçen yakınmalarla doktora başvuran doktora başvuran hastalara gastroskopi yapılmaması birinci yanlıştır. Çünkü gastroskopi yapılmadan hastaya uygulanacak tedavi gözü kapalı, ya tutarsa diyerek yapılan kör bir atıştır.
Çünkü sindirim sistemi ve özellikle mide rahatsızlıklarını fonksiyonel ya da fiziki olarak iki kısımda incelemek gerekir. Bu ayrım fazla bilimsel olmasa bile, tıp eğitimi almayan kişilerin konuyu daha iyi anlayabilmeleri için gereklidir. Fonksiyonel hastalıklar yani yemek borusunun , midenin ve bağırsakların fonksiyonlarını, çalışmasını, görev yapmasını engelleyen hastalıklar ilaç tedavisi ve diyet ile tedavi edilebilirler. Fiziki rahatsızlıklar ise yemek borusunun , midenin ve bağırsakların şekilsel değişikliğe uğramaları sonrası oluşan hastalıklardır. Oluşan şekil değişiklikleri ancak cerrahi olarak tedavi edilebilir. Örneğin delinen bir midenin ilaç tedavisi ile onarılması mümkün olamaz. Yukarıda bahsedildiği gibi uzun süredir olan aynı şikayetlerle gelen hastaya, birden çok kereler aynı tedaviyi vermek bazı durumlarda hastanın kendi isteği ile olsa bile doğru ve bilimsel bir davranış şekli değildir.
Bu hastaların takip ve tedavisinde yapılan ikinci yanlış ise biz hekimlere aittir. Yine gelişmiş ülkelerde bu hastaları iç hastalıkları - gastroenteroloji bölümleri ile genel cerrahi bölümleri birlikte takip ve tedavi ederler. Ülkemizde ise gerek kamusal hastanelerde, gerekse özel sağlık kurumlarında çalışan hekimler ile cerrrahi ve dahili bölümler arasında, gerçekte olmaması gereken bir çatışma vardır. İç hastalıkları ve gastroenteroloji uzmanlarının bir çoğu bu hastaları yıllar boyu aynı ilaçlar ile tedavi etme, daha doğrusu tedavi edememe yolunu seçerler. Bir çok iç hastalıkları ve gastroenteroloji hekiminin aklına çoğu kez hastayı bir genel cerraha göstermek, ya da sevk etmek gelmez. Benim karşılaştığım bu gurup hastaların bir çoğu bir yıl ile otuz yıl arasında değişen süreler ile ilaç tedavisi kullanan hastalardır.
Gastroösefageal reflü hastalığını ve tedavi şeklini daha iyi kavrayabilmek için yemek borusu ve midenin anatomik şekillerini basitçe bilmemiz gereklidir. İnsanda göğüs boşluğunda bulunan kalp ve akciğerler ile karın boşluğumuzda bulunan sindirim ve boşaltım sistemi organlarımızı ayıran ince kas tabakasından oluşan ve adına diyafram denilen bir yapı mevcuttur. Ağzımızı takiben aşağı doğru inen yemek borumuz, göğüs boşluğunu geçer, göğüs ve karın boşluğumuzu ayıran ve adına diyafram denilen ince kas tabakasından oluşan oluşumu delerek midemize ulaşır (Resim.1) Geçiş noktasında diyaframda yemek borusu etrafında yer alan kas lifleri yemek borusunu sarar, bu liflerin kasılması yemek borumuzun alt ucunda kendiliğinden kapalı duran bir kapak yapısı (Resim.2) oluşturur.
Bu kapak yüksek yoğunlukta asit içeren mide sıvısının yemek borusuna kaçmasını önler. Büyüme çağında kişinin kas yapısında oluşan zayıflıklar, öğünlerde mideyi aşırı doldurmak ve şişmanlık, geceleri yatarken yemek yeme alışkanlıkları, aşırı yağlı yiyecekler gibi etkenler yemek borusunun alt ucundaki bu kapak yapısını gevşetir. Bu gevşeme kapağın önceleri yemeklerden sonra sınırlı sürelerde, daha sonraları ise sürekli açık kalmasına neden olur. Kapağın açık kalması nedeni ile yüksek yoğunlukta asit içeren mide sıvısı yemek borusuna doru kaçar. Özellikle yatar pozisyonda ve öne eğilme esnasında bu kaçak miktarı artar. İşte bu durum “Reflü” hastalığıdır. Reflü kelime olarak “geriye doğru olan kaçak” anlamını taşır. Midemizin içini döşeyen örtü dokusu doğal olarak halı gibi kalın ve yüksek asitli mide sıvısına dayanıklıdır. Yemek borumuzun içini döşeyen örtü dokusu ise ince ve narin yapılıdır. Bu ince ve narin doku yüksek asitli mide sıvısı ile ile karşılaştığında tahriş olur ve kimyasal yanık gelişir. (Resim.3)
Reflüsü olan hastalarda en belirgin yakınma her iki göğsün tam ortasında, şiddeti hastadan hastaya değişen yanma tarzındaki ağrıdır. Ağrı bazen sırta ve her iki kürek kemiğinin ortasına vurabilir. Ağrı özellikle yemekten kısa bir süre sonra mide sıvısında asit miktarının yüksek yoğunluklara çıktığı zamanlarda artar. Hasta yemekten sonra yatarsa ağrının şiddeti daha da artar. Hasta tokken yedikleri ağzına gelir, hastanın midesi boşken gelen mide sıvısı ise hasta tarafından ağzıma acı su geliyor tarzında ifade edilir. Kapağın sürekli açık kalması nedeni ile oluşan tahriş ve kimyasal yanık süreklilik kazandığında, hastanın duyduğu rahatsızlık bir yana, ilerleyen yıllar içinde bu bölgede yemek borusu alt uç kanserlerinin gelişmesi kaçınılmazdır (Resim.4).
Reflü hastalığında, özellikle hastalığın ilerleyen dönemlerinde, yani buradaki kapağın sürekli açık kaldığı hastaların tedavisi, kesinlikle cerrahidir. Cerrahi tedavi ile yemek borusunun alt ucundaki kapak mekanizması onarılarak tekrar kapalı kalması sağlanır. Hastalığın başlangıç döneminde olanlarda yani yemek borusu alt uç kapağının sürekli açık kalmadığı ancak gevşediği, özellikle midemiz dolu iken kapanma sorunu yaşayan hastalarda, kilo vermek, yağsız diyet ile beslenmek, yemelerden sonra 1 saat yatmamak, antiasit ve asit salgısını düşürücü ilaçların yararı olabilir. Bu önlemler yukarıda bahsedildiği gibi sadece hastalığın başlangıç döneminde olanlara fayda sağlayabilir. İlerlemiş reflülerde problem yemek borusu alt uç kapağındaki fiziki bir bozukluk olduğu için ilaç tedavisi ile normale dönmesi mümkün değildir. Bu hastalarda ilaç tedavisi ancak kullanıldığı süreler içerisinde yakınmalarının azalması şeklinde faydalı olurken, ilaç ve diyet uygulamasının kesilmesi ile şikayetler tekrar eder. Uzun süren yanlış ve yetersiz tedavi, ilerleyen yıllar içerisinde bu hastalarda yemek borusu alt uç kanserlerinin gelişmesine neden olur. Bu nedenle reflü hastalığı tespit edilen ve tedaviye alınan hastaların, özellikle daha önce tıbbi tedavi aldığı halde yakınmaları devam eden ve tekrarlayan hastaların bir cerrah tarafından görülmesinde büyük fayda vardır. Yemek borusu alt uç reflülerinde uygulanacak cerrahi tedavinin şekli konusunda da bir kaç şey söylemek gerekir. Son yıllarda hastaların hizmetine sunulan kapalı (laparoskopik) cerrahi tekniği yemek borusu alt uç reflülerinde de uygulanabilir. Burada reflüye neden olan fiziki bozukluğun derecesi önem arzeder. Bozukluk sadece yemek borusu alt ucununun kapanmaması ile sınırlı ise laparoskopik cerrahi uygulanabilir. Ancak daha ileri seviyedeki vakalarda özellikle kayma tipi mide fıtığı oluşmuş ise bu hastalarda laparoskopik reflü cerrahisi çoğu kez yetersiz kalmaktadır. Çünkü bu hastalarda tabloya kısa ösefagus da eklenmekte, ösefagusu uzatmadan yapılan operasyonlar kısa sürede nüks ile sonuçlanmaktadır. Ösefagus uzatma teknikleri ameliyatta kullanılan stapler denilen malzemeler nedeni ile ameliyat bedellerini artırmaktadır. Kendisine cerrahi tedavi önerilen hastaların, ekonomik nedenlerle cerrah ve hastane seçmeleri doğru değildir. Tamamen ekonomik nedenlerle ameliyatı ucuza çıkarmak amacı ile hastaya sadece reflü cerrahisi uygulamakta ısrar etmek, cerrahi tekniğin yetersizliği nedeni ile tıbbi problemlerin bir çoğunun devam etmesi ile sonuçlanacaktır. Bu durumda hastanın şikayetlerinin oldukça önemli bir kısmı devam edecektir.
İstanbul Avcılar Hastanesi
0850 460 63 34
0212 695 48 30