Değerli dostlarım, değerli arkadaşlarım...
1957 yılında doğdum. Konya'lıyım. Bir öğretmen ailesinin 2. çocuğu olarak ilk ve orta okulu Niğde'de, lise eğitimimi Ankara'da tamamladım. Lise eğitimimin son günlerinde babamı kaybettim. Üniversite eğitimimin 5 yılını Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinde yapmama karşın 12 Eylül sonrası kurulan YÖK'nun ilk mağdurlarından birisi oldum ve şu anda var olamayan Eskişehir Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu genç bir hekim olarak 1984 yılının karlı bir Şubat günü, sağlık sektörüne ilk adımımı attım.
İlk görev yerim mecburi hizmet kurasında atanmış olduğum Erzurum Veyisefendi Sağlık Ocağı idi, 5 köyüm, 8 mahallem ve 58.000 nüfusum vardı. Bir yıl tek başıma olmak üzere orada geçirdiğim toplam 2,5 yıl içerisinde yurdum insanının sağlık sorunları ve sağlık sektörünün temel problemleri ile yakından tanışma fırsatı buldum. Çocukların dadak (kuru ekmek ve şekerli çay ile yapılan mama) ile nasıl büyütüldüğünü, bebeklere yapılan aşıların bebekleri kısır bıraktığını, o sene karılarından en az birisini gebe bırakamayan erkeklerin erkeklik güçlerinin tartışıldığını, bizler bir yandan kadınlara aile planlaması öğretmeye çalışırken, kadınların en büyük korkularının o sene gebe kalamamak olduğunu, erkeklerin kendi çocuklarının ismini bilmek gibi bir zorunluluklarının olmadığını, bu görevin annelerin görevi olduğunu, yeni doğan çocukların kar ile yıkandığını, at sırtında gidilen köyleri, köydeki evlerden birisine karpuz gelince tüm köy çocuklarının karpuz kabuğu kemirmek için o evin kapısında kuyruk olduklarını, ailelerin kaç çocuğun var sorusuna sadece erkek çocuklarını sayarak cevap verdiklerini hep orada öğrendim.
Bunlar yurdum insanı ile ilgili öğrendiklerimdi. Bir de sağlık sektörümüzün kamusal kısmı ile öğrendiklerim vardı. Mesela devletimizin çalışan memuruna hep "niçin yapmadın" değil, "neden yaptın" diye hesap sorduğunu, çok çalışmanın ve çalışmak için devletten araç, gereç, aşı, ilaç, ebe, hemşire talep etmenin önce ayıp sonra sakıncalı olduğunu da oradaki görevim esnasında öğrenme fırsatım oldu. Sağlık Bakanlığı ve UNICEF'in yapmış olduğu aşı kampanyasında ülke genelinde derece yaparak UNICEF yıllığına geçmemize karşın, sağlık ocağımızda denetim yapan UNICEF'in yabancı uzmanlarına, yapılan kampanyanın gereksiz olduğunu, kampanya nedeni ile aşırı kaynak israfı olduğunu, yapılan harcamanın çok küçük bir kısmı ile sağlık ocaklarının benzin ve aşı ihtiyaçlarının karşılanabileceğini ve bu seviyede aşılama oranlarına çok daha az harcamalar ile ulaşabileceğimizi ingilizce olarak ifade ettiğim için bakanlık tercümanının, "doktor Ali Çalıkuşu ükemizi yabancı uzmanlara kötüledi" diye ihbarı üzerine, ilk memuriyet cezamı aldım.
Bir hekim olarak, tıp fakültesinin ilk yıllarından beri benim de ilk amacım, genel cerrahi alanında uzmanlık eğitimi yapabilmekti. O yıllarda tıpta uzmanlık sınavları Tıp Fakültelerinin kendileri tarafından yapılırdı. Ben de bu sınav için hazırlıklıydım. Tıp eğitimim boyunca neredeyse tüm tatillerimi hastanede gönüllü olarak nöbet tutmakla geçirmiş, mezun olduğum sırada 2. yıl asistanı seviyesinde cerrahi beceri kazanmıştım. Ama bir şeyi unutmuştum. Ülkemiz 12 Eylül 1980 tarihinin etkilerini henüz üzerinden atamamıştı. Ve mecburi hizmetimi tamamlayarak girdiğim ihtisas sınavlarında hep kazananlar o dönemdeki çeşitli seviyelerdeki komutan çocukları ve yakınları oluyordu.
Sağlık ocağına gazeteci uzak olduğu için her gün düzenli gazete alamıyordum. Güz sonu karlı bir Erzurum günü. Sağlık ocağında bir öğlen vakti, yakındaki bir lokantadan ekmek arası köfte siparişi verdim. Gelen köfte bir gün öncesinin Güneş Gazetesi'ne sarılmıştı. Ben de bir yandan köftemi yerken bir yandan da gazeteye göz gezdiriyorum. Gazetenin 2.sayfasında bir de ne göreyim. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi nin ihtisas sınavı duyurusu var ve genel cerrahi bölümüne 1 asistan alınacak. Başvuru süresi de bir kaç gün içerisinde doluyor. Akşam eşime açtım konuyu, ne dersin gideyim mi, sınava gireyim mi diye. Eşim, "Ali, girdiğin sınavlarda hep olmuyor, sonra moralin bozuluyor, kendini harap ediyorsun. Tanıdığımız bir komutan yok, nasılsa seni yine almayacaklar. Ben Samsuna gitmeni ve sınava girmeni istemiyorum." diye cevap verdi. Sabaha kadar düşündüm, içimden bir ses bu sefer olacak Ali, diyordu. O gün tesadüfen okuduğum gazete sanki bir işaretti. Bir kaç gün sonra Samsun'a gidip sınava başvurdum. Sınav süreci sonunda kazanmıştım, ama bölgedeki komutanların etkisinde kalmaksızın tamamen bilgi ve beceriyi ölçerek beni asistan olarak yanına alan ve sadece o gün tanıştığım çok değerli hocam Prof. Dr. Kayhan Özkan'a ömür boyu sürecek olan minettarlığımı belirtmek isterim. Pandemi de kaybettiğimiz hocamın ruhu şad olsun, nurlar içinde uyusun. Sonuç açıklandığında önce kendim inanamadım, hocam ayağa kalkıp aramıza hoş geldin diyerek elimi sıkmaya hazırlanınca, ağzımdan farkında olmaksızın "ha" nidası çıkıvermiş. Hocam "Ali, ha denmez efendim denir, biraz kibar ol" diyerek ilk fırçasını atmış oldu. Bir de sonrası var, eşime telefon ettim, evde idi. İnanmadı bir türlü, dalga geçiyorum sandı. Ona hak verdim çünkü ben bile kolay kolay inanamamıştım. Şimdiki genç hekimler bu açıdan çok şanslı, en azından bilgi ve beceri düzeyleri ile amaçlarına ulaşma şansları var. O dönemlerde bizler 12 Eylül 1980 mağduru olduk, üstelik bölüm başkanlarına ev ve araba anahtarlarının bırakıldığı üniversite ve bölümler konuşulurdu kendi aramızda.
Askerlik yılları unutulur mu hiç. Ankara Etimesgut sıhhiye sınıf okulunda geçti ilk iki ayımız. Saçlar sıfır numara, elbiseler bol ve biçimsiz. Ama umurumuzda değil hiç birimizin, hepimiz gerçekten iyi birer asker olmak istiyoruz. Okulda bizden istenen ilk şey okul kantinine televizyon ve video almak için para toplanması oldu. Sonra öğrendik ki okulun televizyon ve videosu iki ayda bir yenilenirmiş. Eskilerini ne yaparlardı sormadık, soramadık hiç. Sonra kura çekip İstanbul'a, Harp Akademileri Kampüsüne teslim olduk, yedek subay olarak. Yiyecek içecek sorumlusu tabip asteğmen olarak İstanbul'un göbeğinde birliğe teslim edilen yeşillenmiş etlerin misler gibi koktuğunu (veteriner albayımızın tabiri ile) orada öğrendik. Sonra Çorlu'ya nakil olduk, orada da 18 yıllık donmuş etlerin varlığınndan haberimiz oldu. Vallahi yalan veya abartı değil, etlerin daha doğrusu donmuş gövdelerin üzerlerinde etiketleri mevcuttu ve elektirikli hızar ile kesiyorlardı ahçılar o etleri. Ama şehit pilotlarımızın evlerinde de ağladık şehit aileleri ile birlikte. Yunanistan'ın Ege denizinde petrol arama krizinde de silahlarımız, kütüklük ve erzak çantalarımız dolu ve komutanlarımızdan çıkarma talimatlarını almış olarak kırmızı alarm altında arazide sabahladık 3 gece. İyisi ile kötüsü ile her şey çok güzeldi, hakları helal olsun tüm Mehmetlerin, komutanlarımızın, onlar da bana haklarını helal etsinler.
İhtisas dönemimiz Samsun'da geçti. Yapanlar bilir, ülkemizin cerrahi kliniklerinin çoğunda "Prusya ekolü" denen askeri disiplin hakimdir. Ben de yaklaşık altı yılı askeri disiplini aratmayan sekilde geçirdim. Samsun ilk kez gördüğüm bir şehirdi ve hafızamda çok güzel anılarım daha dün gibi tazeliğini koruyor. Asistanlığım esnasında ABD'ne gittim. Bu arada Ondokuz Mayıs Üniversitesi'nin üniversite senato kararı ile maaşlı olarak eğitim için yurt dışına gönderilen ilk ve tek asistanı olduğumu belirtmeliyim.
İhtisas sonrası amacıma ulaşmış çakı gibi bir genel cerrahi uzmanı olarak sağlık sektöründeki yerimi almıştım. O dönem sağlık bakanlığında uzman hekim tayinleri kapalı olduğu için Samsun'da bir özel hastanede göreve başladım. Daha sonra Sağlık Bakanlığı bünyesinde ilk görev yerim Çankırı'nın Kurşunlu ilçesi oldu. Burada görev yapan ilk uzman hekimdim. Genel cerrahi uzmanı ve başhekim olarak görev yaptığım yaklaşık Bir yıla yakın süre içinde Kurşunlu'ya ilk kez bir yataklı tedavi kurumu kazandırdık, Kurşunlu tarihinde ilk kez ameliyat yaptık. O yıllarda üniversitede kariyer yapmak gibi bir düşüncemiz vardı, neden olmasın belki biz de bir doçent bir profesör olabilirdik. Bu amaçla girdiğim sınavda başarılı olarak Konya Selçuk Üniversitesinde yardımcı doçent olmak üzere güzel anılarla ayrıldık Kurşunlu'dan.
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesinde iki yıl yardımcı doçent olarak görev yaptım. Bu süre içinde aynı zamanda yeni kurulan İlk ve Acil Yardım Bilim Dalı başkanlığı görevini de icra ettim. Burda belirtmem gerekir ki kurduğumuz İlk ve Acil Yardım Bilim Dalı ülkemizde İzmir 9 Eylül Üniversitesini takiben kurulan ikinci İlk ve Acil Yardım Bilim Dalı idi. Bu esnada kurduğumuz modern tıbbi standartlardaki ilk acil servisi Konyamıza kazandırmanın ve burada şu anda aynı hastanede yöneticilik yapan gençleri yetiştirmenin gururunu yaşıyorum. Ama olmadı, üniversite öğretim üyeliği askerlik gibi bir şey. Her şey emret hocamla başlıyor, emriniz yerine getirilmiştir hocam ile bitiyor. Anlayacağınız her insanın yapabileceği bir iş değil. Ben de bu işi uzun yıllar yapamayacağımı anlayarak son verdim üniversite hocalığı hayallerime.
Konya Numune Hastanesinde genel cerrahi uzmanı olarak göreve başladım. İlk üç yılımda aynı zamanda idarecilik, ilk 7 yılımda da genel cerrahi kliniği şefliği hekimliği yaptım. Konya Numune Hastanesinde çalıştığım yıllar benim için mesleki açıdan çok tatmin edici olmasına karşın iyi ve kötü bir çok anıyı beraberinde getirdi.
2004 yılı Aralık ayında hastanenin en çok ameliyat yapan cerrahı olduğum için (?) Konya2 nın Bozkır ilçesine sürüldüm. Gerçi sürgün kararımızda devletimizi 25 YTL zarara soktuğumuz yazıyor ama daha sonra yüce Türk adaleti tarafından aklandım, yani devleti 25 YTL zarar sokmadığım tespit edildi ve maaşımdan kesilen 25 YTL tarafıma iade edildi. Bu konunun öncesi ve sonrası siyasi anlamlar taşıdığı için burada yer almasının doğru olmadığını düşünüyorum. 3 aylık bir sürgün hayatı sonrasında Türk adaleti sayesinde döndüğüm hastanemden bu kez Bozkır halkının isteğini kırmayarak başhekim olarak döndüm Bozkır'a. Ülke genelinde sürgün olarak gittiği ilçeye kendi isteği ile başhekim olarak geri dönen ilk kamu görevlisi hekim olduğumu sanıyorum. Diğer yandan Bozkır'da başka ilkleri de gerçekleştirdik. yardımsever Bozkır esnafının topladığı nakit 22 bin lirayı kullanarak, belediyenin de katkıları ile Bozkır'da ilk kez gerçek bir yataklı tedavi kurumu oluşturduk, ilk gerçek ameliyatı yaptık. Orada kaldığım yaklaşık 2.5 yıl boyunca Bozkır insanına hakkettiği sağlık hizmetinin ne olduğunu öğrettim öncelikle. O güne değin sağlık ocağı hizmetleri dışında verilen tek ve gerçek sağlık hizmeti hastaların ambulans ile Konya'ya gönderilmesi idi ve Bozkır halkı bununla yetinmek zorunda kalıyordu. Çabalarımız sonrası benden başka uzman hekimler de geldiler Bozkır'a ve gerçek bir yataklı tedavi kurumu süreci başlattık orada. En önemlisi de uzun çabalar ve Ankara seyahatleri sonrasında Bozkır'a artık modern bir hastane yapılması gerekliliğini Sağlık Bakanlığımıza kabul ettirerek yatırım programına alınması ve yer tespitinin yapılmasını sağladık. Yöneticiler hatırlamasa da yakın tarihte hizmete açılan yeni Bozkır Devlet Hastanesi de amel defterimizde ve Bozkır insanının hafızalarında yer alıyor. Bozkır sürecinde o kadar çok iyi insan ile tanıştım ki orada. Yaptığımız her işte resmi ya da özel o kadar çok insan yardımcı oldu ki bana, tek tek saymaya kalksam çok uzun bir liste olur, hepsinden Allah (c.c) gani gani razı olsun. Böylece kötü anılarla gittiğim Bozkır'dan 2.5 yıllık görev süresi sonunda iyi anılarla döndüm Konya Numune Hastanesine ve bıraktığımız yerden hizmetimize devam ettim.
2010 yılı benim için çok ilginç bir yıl oldu. Mayıs ayında ise 26 yıl 1 aylık fiili hizmetim sonrası vicdanım ve gönlüm rahat olarak emekli oldum. Haziran ayında ise özel bir Konya Hastanesinde göreve başladım. Meslek hayatımda yeni bir dönem yeni bir heyecan başladı. 1,5 yıllık Konya özel hastane deneyimini yaşadıktan sonra ara transferde Antalya'ya transfer olarak bir yıl Antalya'da bir özel hastanede mesleğimi icra ettik. Daha sonra esen rüzgarlar yelkenlerimizi bir kez daha doldurdu ve bu kez İstanbula doğru yola çıktık. Yaklaşık 10 yıldır İstanbul'un şirin bir köşesinde görevimi icra ediyorum. Ve geldik bu güne.
Tüm bu yaşam öykümde hep yanımda olan ailemi unuttuğumu sanmayın sakın. Hekimlik hayatımın ilk gününden beri hep yanımda olan bir eşim ve üç çocuğum var. O günlerden bu yana askerlik günleri dahil, tüm hayatım ailem ile birlikte yan yana geçti. Birbirimizden uzun ya da kısa sürelerle hiç ayrılmadık. Büyük kızım mecburi hizmet yerim olan Erzurumda doğdu. O'nu vatana millete hayırlı ve vasıflı bir iş kadını olarak yetiştirip evlendirdim. Aslan gibi bir damadım var. Diğer kızım ihtisas yaptığım Samsun' da dünyaya geldi. O da şimdi ODTÜ mezunu genç bir iş kadını olarak İstanbul'da çalışıyor. Bir de tekne kazıntısı oğlum var, Konya' da dünyaya geldi, şu anda 24 yaşında. Onunla da ilk öğrenimimiz, çocukluğumuzu ve ergenliğimizi tekrar yaşadık. O da İzmir de, Ege Üniversitesinde üniversite eğitimi yapıyor.
11 Haziran 2012 tarihi ise aile albümümüzde yeni bir sayfa açılmasına neden oldu. Büyük kızım ve damadım bize Ela'yı hediye ettiler.
Büyük kızım Ceylan ve ve büyük oğlum Murat (damadım)
Yıllar çok çabuk geçiyor. bu siteyi kurduğumdan bu yana 10 yılı geçti. Tamı tamına meslekte 41 seneyi bitirdik. Torunum da artık genç ve güzel bir kız oluyor. Yavaş yavaş gerçek emeklilik zamanı geliyor her halde.
İşte Türkiye'de doğan, vatanını, milletini, dinini, bayrağını, Atatürk'ü, mesleğini, ailesini ve hastalarını çok seven bir tıp doktorunun 67 yıllık yaşam ve 38yıllık hekimlik öyküsü. Bu öykü içerisinde daha çok eksik var doldurulacak. Yaşam sürecim içerisinde iyi ya da kötü vasıflarla yer alan gerçek ve yalancı dostlarımız, arkadaşlarımız, meslekdaşlarımız. Belki bir gün mesleğimizi bıraktığımızda rahmetli hocamız Tarık Minkari gibi onları da yazarız. Neden olmasın....
Sizleri çok seviyorum...